Şimdi yükleniyor

Sislerin İçindeki Yabancı: Ürkütücü Bir Korku Hikayesi

Sislerin İçindeki Yabancı

Ali, kasvetli bir akşam üzeri, uzun bir iş gününün ardından kasabanın dışındaki eski taş evine doğru yola koyuldu. Evin bulunduğu ormanlık yol, bu saatte iyice ıssız olurdu. Arabasının farları, ağaçların arasından yayılan sisin içinden güçlükle yol buluyordu. Bugün, sanki sis daha yoğundu; beyaz bulutlar her yeri sarmış, görüşü neredeyse sıfıra indirmişti.

Evin hemen önüne geldiğinde, bahçede bir karaltı dikkatini çekti. Arabasından indiğinde ise, figürün silik ama insana benzer bir form aldığını fark etti. Bir adam, eski püskü giysiler içinde, hareketsizce bahçenin ortasında duruyordu. “Merhaba?” diye seslendi Ali, ama adamdan ses seda çıkmadı.

Adamın yüzü tuhaftı, sanki yıllar boyunca hiç kımıldamamış bir heykel gibiydi. Yaklaştıkça, yüzünün yalnızca çürümüş bir maske gibi durduğunu fark etti. Kalbi hızlı hızlı atmaya başlamıştı. İçeri girip kapıyı kilitlemek için hızla döndü ama yabancı bir kez daha oradaydı – üstelik şimdi evin kapısının önünde duruyordu. Gözleri görünmüyordu; derin, karanlık oyuklardan ibaretti.

Ali’nin nefesi sıkışmıştı. Hemen telefonuna sarıldı ancak şebeke çekmiyordu. Panikle, yabancıya bir kez daha bakmak için kapının deliğinden dışarı göz attı. Yabancı oradaydı ama yüzünü çevirmiş, Ali’nin odasına bakıyordu, sanki evin içinde onu izleyen bir başkasını görüyormuş gibi…

O anda telefonun ekranı titreyip karardı, ardından bir bildirim sesi geldi. Ekranda yalnızca bir cümle belirdi:

“Geri döndüm, Ali. Yıllar önce terk ettiğin yerden.”

Ali’nin aklı allak bullak olmuştu. Gözlerini kapattı, bir an bile olsa o soğuk bakışlardan kaçmak istiyordu. Ama gözlerini yeniden açtığında, yüzü kapının camına dayalı halde, yabancı doğrudan ona bakıyordu.

Ali, kapının arkasında nefes nefese kalmış, gördüklerine inanamıyordu. Yabancı, kendisini yıllar öncesine, çoktan unuttuğu bir zamana götüren o tek mesajı bıraktıktan sonra gözden kaybolmuştu.

Telefonuna bir kez daha baktı; mesaj bir an için ekranda parlamıştı, şimdi ise ortada yoktu. Kafası karışmış, korkuyla dolmuştu. O geceyi uyuyamadan geçirdi. Her adım sesine, her ufak çıtırtıya irkilerek, diken üstünde kaldı. Sabah olduğunda biraz rahatlamıştı, ancak gece olanların gerçek mi yoksa zihninin bir oyunu mu olduğuna emin olamıyordu.

Ertesi gün, kasabadaki küçük kütüphaneye gitti. Kasabanın yerel tarihini araştırmaya karar verdi. Yaşadığı evin geçmişiyle ilgili rahatsız edici hikayeler duyduğunu hatırlıyordu, ancak asla detaylarına inmemişti. Kitapları karıştırırken eski gazete küpürleri buldu; bunlardan biri ilgisini çekti. “1954’te kaybolan adam, son görüldüğü yer: eski taş ev,” yazıyordu. Küpürde bahsedilen kişi, Ali’nin yıllar önce kasabadan ayrılan ve hakkında çok az bilgiye sahip olduğu dedesiydi.

Ali’nin içinde tuhaf bir ürperti yükseldi. Dedesinin kaybolduğu yıllarda genç bir adam olduğunu, bir gün ansızın sırra kadem bastığını öğrenmişti. Kayıtlara göre, dedesi kasabada “yabancı” lakabıyla anılırmış. Halkın ona bu lakabı takmasının sebebi ise, bir gün ormanda gizemli bir varlıkla karşılaştığını söylemesiymiş. Dedesi o günden sonra yalnızca geceleri dışarı çıkar, herkesten uzak dururmuş. Ta ki ortadan kaybolana kadar…

O gece eve dönerken aklında hep dedesi ve onun sırlarla dolu hikayesi vardı. Eve girdiğinde bir şeylerin farklı olduğunu hissetti. Evde yalnız olduğunu bildiği halde, garip bir his peşini bırakmıyordu. Odaya girdiğinde pencerenin aralık olduğunu fark etti. Soğuk bir rüzgar içeriye dolmuş, perdeler hafifçe hareket ediyordu. Fakat asıl dehşeti hissettiren şey pencere kenarına konmuş eski bir sigara izmaritiydi. Küçük bir not iliştirilmişti: “Beni bulmak zorundasın, Ali. Geçmişin peşini bırakmıyor.”

Ali iyice korkmaya başlamıştı. Kim ona bu notları bırakıyordu? Kim bu eski izmariti getirmişti? O an pencerenin dışında, bahçede bir karaltı gördü. Birkaç gece önce gördüğü yabancı, bahçedeydi; ama bu sefer daha farklı görünüyordu. Sanki birden fazla gölge, yabancının etrafında hareket ediyordu. Fısıltılar duyabiliyordu, çok sayıda sesin iç içe geçtiği bir uğultu kulaklarında çınlıyordu.

Korkusunu yenerek dışarı çıktı. “Ne istiyorsun?” diye bağırdı. Fısıltılar aniden kesildi. Yabancı, ona doğru bir adım atarak sessizce elini uzattı. Ali, bu soğuk ve cansız eli tuttuğunda birden gözleri karardı.

Kendine geldiğinde, kendisini yıllar öncesinin kasabasında buldu. Her şey eskimiş, yıpranmış görünüyordu. Çevresine bakındığında, dedesinin evinin o zamanki halini gördü. Evin içinde genç bir adam – dedesi olmalıydı – bir şeyden kaçıyor gibiydi. Ama bu kez kaçan değil, kovalayan Ali’ydi. Dedesi hızla koşarken, dönüp arkasına bakarak “Ali, beni affet!” diye bağırdı.

Ali, geçmişin içinde kaybolmuş bir halde dedesinin izini sürerken, duyduğu fısıltılar ve gördüğü hayaller giderek çoğalıyordu. Dedesi genç haliyle ormanın derinliklerine doğru hızla koşuyordu, Ali ise onu durdurmaya çalışarak peşinden gidiyordu. Sonunda dedesi, eski bir kuyu başında durdu. Korkuyla titriyor, oradan uzaklaşmaya çalışıyordu ama görünmez bir güç onu olduğu yere sabitlemiş gibiydi.

Ali ona yaklaşırken, dedesi bir kez daha “Beni affet, Ali!” diye bağırdı. O an Ali her şeyi anladı; dedesi, kuyuya bir sırrı gömmüştü. Yıllar önce işlediği bir suç ya da kasabadan sakladığı karanlık bir gerçek onu bu kadar huzursuz etmiş olmalıydı. Ali, dedesine doğru bir adım attığında aniden yere düşen bir defter fark etti. Eski, tozlu bu defterin ilk sayfasında yalnızca tek bir cümle yazıyordu:

“Bu kuyuda gömülü olan, sadece bedendir; ruh ormandadır.”

Ali defterin sayfalarını çevirdikçe, dedesinin kimseye anlatmadığı sırlarla yüzleşti. Kasabanın ormanında dolaşan “Yabancı” efsanesi aslında kendi dedesinin yıllar önce işlediği bir suça dayanıyordu. Dedesi, ona musallat olan varlığın kendisini huzura kavuşturmasına izin vermemiş, günahlarının yüküyle yaşamaya devam etmişti.

Bir an her şey sessizleşti; yabancı figür tekrar ortaya çıktı, bu sefer Ali’nin çok daha yakınına, neredeyse yüz yüze geldiler. Yabancı, derin bir sesle fısıldadı:

“Onun yerine burada kalacak mısın?”

Ali bu sorunun ne anlama geldiğini düşündü. Burada kalırsa dedesi huzura erecek, kasaba bu lanetten kurtulacaktı. Ancak bedeli kendi özgürlüğüydü. Yabancı ona doğru elini uzattı. Ali bir an tereddüt etse de dedesinin işlediği günahların ağırlığını hissetti ve elini yabancıya doğru uzattı.

O an bir sis dalgası etraflarını sardı ve gözlerini tekrar açtığında kendini kendi zamanında, eski evinin bahçesinde buldu. Ancak ormanda hâlâ bir gölge hareket ediyordu; Ali, o an artık “yabancı” figürün dedesi değil, kendisi olduğunu anladı.

Efsane devam ediyordu. Kasabada yeni bir yabancı vardı; ormanda dolaşan bir gölge, Ali’nin bedeniyle geçmişin günahlarını ödemeye devam ediyordu. Onu gören herkes, ürpermiş bir şekilde tek bir cümle fısıldıyordu:

“Geri döndü.”

 

Yorum gönder